Aslan, Ali
Yükleniyor...
Araştırma projeleri
Organizasyon Birimleri
İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi, Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü
Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü araştırma odaklı bir bölüm olarak tasarlanmıştır. Uluslararası öğrenci ve öğretim üyesi sayısı ve çeşitliliği bölümün kimliği ve öğretim pedagojisinin uluslararası bir anlayışla şekillenmesini sağlamaktadır. Müfredat ve ders içerikleri bugünün sorunlarını anlamaya ve geleceğin ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik planlanmıştır. Avrupamerkezci bir pedagojinin ötesine geçilerek farklı kültür ve medeniyet birikimleri mukayeseli olarak incelenmektedir. Türkiye’nin karşılaştığı siyasi meseleler bölgesel ve küresel bağlamla etkileşim içerisinde incelenemektedir. Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler’in alt dalları olan Uluslararası İlişkiler, Karşılaştırmalı Siyaset, Siyaset Teorisi ve Türkiye Siyasetine dair dersler müfredat içerisinde yer almaktadır.
Adı Soyadı
Ali Aslan
İlgi Alanları
Kurumdaki Durumu
Aktif Personel
8 sonuçlar
Arama Sonuçları
Listeleniyor 1 - 8 / 8
Yayın Popülizm(İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2022) Aslan, Ali; Aslan, Ali; İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi, Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü[No Abstract Available]Yayın The politics of Islamophobia in Turkey(Routledge, 2018) Aslan, Ali; İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi, Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü; İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi, Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler BölümüThis chapter analyses the dominant years of the politics of Islamophobia in Turkey, which roughly covers the years from the last decades of the nineteenth century to the late 1990s. It takes the definition of Islamophobia as the construction of Islam and Muslims as the enemy. Based on that definition, it argues that Islamophobia played a constitutive role in the establishment and construction of the modern Turkish state. First of all, the politics of Islamophobia served to replace the Ottoman Empire with the secular–nationalist Turkish Republic. Following the completion of this political transition, Islamophobia was deployed to produce a secular–nationalist reality, which included the forming of a secular– nationalist society in its domestic realm, backing a Westphalian regional order and a Western- centric global order on its outside. The politics of Islamophobia remained dominant in Turkish politics until the 2000s.Yayın Türk siyasi hayatında yeni dönem: Seküler versus muhafazakâr popülizm(Kadim Yayınları, 2019) Aslan, Ali; Aslan, Ali; İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi, Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler BölümüPopülizm günümüzün en tartışmalı olgularından birisi durumunda. Elitizm ve çoğulcu siyasetler karşısında meşru ve makul bir siyasi alternatif olarak görülmüyor. Bu çalışma öncelikle popülizmin modern demokratik siyasetle olan ilişkisini ortaya koyarak onu meşru ve makul bir alternatif olarak sunmaktadır. İkinci olarak, Türk siyasi hayatında popülizmin uzun süredir ülke siyasetine hâkim olan elitist yapıların yerini almaya başladığını göstermeye çalışmaktadır. Buna göre, Türk siyasi hayatı ilk defa karşıt iki popülist siyasetin mücadelesine tanıklık etmektedir. Seküler ve muhafazakâr siyasi özneler milli iradenin temsilciliği için kıyasıya mücadele etmektedir. Bu durumda yapılması gereken popülizmi reddetmek ya da geçici bir trend olarak görmek değil, onu en iyi şekilde anlayarak ülke siyasetini demokratik ilkeler çerçevesinde kurumsal bir yapıya kavuşturmanın yollarını aramaktır.Yayın Türk dış politikasını anlamak için kavramsal bir çerçeve: Otonomi arayışı(SETA, 2018) Aslan, Ali; Aslan, Ali; İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi, Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler BölümüTürk dış politikası üzerine yapılan tartışmaların başında Türkiye’nin ne ölçüde bağımsız bir devlet olarak hareket ettiği ya da ne ölçüde fail olduğu sorusu gelmektedir. Bu sorunun cevaplanabilmesi için uluslararası siyasette devletlerin faillik dereceleri ve bundaki değişimleri takip etmemizi mümkün kılacak bir kavramsal çerçevenin ortaya konması gerekmektedir. Dolayısıyla bu çalışma öncelikle devletleri belli jenerik aktörler şeklinde kategorileştirmeyi mümkün kılacak bir kavramsal çerçeve sunmayı amaçlamaktadır. Daha sonrasında ise AK Parti döneminde Türkiye’nin faillik ve otonomi konusundaki karnesini tartışmaktadır.Yayın Post-Kemalist Türkiye'de siyaset(SETA, 2018) Aslan, Ali; Aslan, Ali; İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi, Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler BölümüAK Parti iktidarının başlangıç yıllarında sıkça tartışılıp sonra zamanla unutulan bir meselenin bugünlerde yeniden ve coşkuyla ele alınmaya başlandığına şahit olmaktayız: Türkiye Cumhuriyeti’nin “resmi” ideolojisi Kemalizm küllerinden doğarak yeniden siyaset sahnesine mi dönüyor? Bu sorunun gündeme gelmesinde FETÖ’nün 15 Temmuz başarısız darbe girişimi ve sonrasında ortaya çıkan siyasi-toplumsal konjonktürün etkisi göz ardı edilemez. Hatırlanacağı üzere dini bir cemaat görüntüsündeki FETÖ’nün ülke siyasetinde oynadığı yıkıcı rol “laikliğin önemini bir kez daha gösterdiği” iddialarını gündeme getirmişti. Laiklik eksenli siyasetin ana ekseni olarak da Kemalizm gösterilmişti. Kemalizm demokratik bir “çoğulculuk” projesi olarak yeniden takdim edilmeye başlanmıştı.Yayın UlusIararası güvenlik perspektifinden Türkiye'de yönetim sisteminin gelişimi(Türkiye Araştırmaları Vakfı Yayınları, 2023) Aslan, Ali; Aslan, Ali; Kurt, Veysel; İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi, Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü“Devletler neden siyasi reform yapar” sorusuna sunulan açıklamalardan en fazla ön plana çıkanı (liberal) demokratikleşmedir. Özgürleşme odaklı siyasi-etik bir yaklaşım sunan demokratikleşme perspektifi, siyasi düzenin dinamik yapısı ve sınırlarının değişkenliğini göz önünde tutar. Buradaki kilit nokta, siyasi düzenin sembolik sınırlar çizerek toplumun bazı kesimlerini dışarıda tuttuğu, yani dışladığı gerçeğidir. Siyasi ve kültürel tanınmama ve böylece haklardan mahrum bırakılma reel siyasetin olağan işleyişi olarak kabul edilir. Ancak bu reel durum ideal olana uymadığı için siyasi-etik açıdan ağır bir şekilde eleştirilir. Devletin dışarıya karşı kendi egemenlik alanını belirleyen sınırlar çizmesi de içeride sembolik olarak çizdiği sınırlarla toplumsal düzeni bir temele oturtmaya çalışması da demokratik eleştirinin konusudur.1 Ancak dışlama varsa içselleştirmenin varlığı da söz konusudur. İçerideki bu sınırlar tarihseldir, yani değişime tabidir. Dışlanan toplumsal kesimler belli tarihi kırılma anlarında haklarının teslim edilmesiyle içselleştirilir. Demokratikleşme kuramına göre içselleştirme siyasi düzen üzerinde toplumdan gelen baskıların artması sonucu gerçekleşir. Bu liberal demokratik perspektife göre, içselleştirme süreci tüm herkesin kuşatıldığı, kimsenin dışlanmadığı, yani içerdeki sembolik sınırların tamamen ortadan kalkacağı noktaya kadar devam edecektir…Yayın Yerli ve Milli Siyaset(SETA, 2017) Aslan, Ali; Aslan, Ali; İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi, Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler BölümüTürkiye’de demokratikleşme tartışmasına post politik paradigma damgasını vurmaktadır. Bu paradigma çerçevesinde bir rejim sorunu olan demokrasi tartışması olabildiğince politik karakterine rağmen teknik bir mesele olarak ele alınmaktadır. Ancak siyasetin doğal işleyişine yapılacak siyaset dışı müdahalelerle demokratik bir düzene ulaşılabileceği vaaz edilmektedir.1 Post politik paradigmanın Türkiye’nin mevcut siyasi durumuna yönelik ortaya koyduğu resim ülkenin aşırı derecede siyasallaşmış olduğu ve demokrasi tesis edilmezse bu “arkaik” ve “Doğulu” durumdan kurtulmanın mümkün olmadığı şeklindedir.2 Kısaca demokrasi siyaset sonrası bir olgu olarak kodlanmakta ve siyasal olanın karşısına konumlandırılarak tanımlanmaktadır.Yayın Popülizm(İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2022) Aslan, Ali; Aslan, Ali; İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi, Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler BölümüSiyasetin 19. yüzyıldan itibaren demokratikleşmesiyle birlikte dünyanın farklı yerlerinde popülist hareketler gözlemlenmeye başlandı. İlk popülist hareketlerin hedefinde monarşik yönetimler ve korporatif devlet yapıları oldu. 1860’larda Rusya’da ortaya çıkan “halka doğru” hareketi ya da meşhur adıyla narodnikier halkın çar rejiminden ve toprak ağalarının yerini alan tahakkümcii burjuva sınıfının elinden kurtarılarak yerli bir sosyalist düzen kurulmasını amaçladı. 1892’de kurulan Amerikan Millet Partisi ise ülke kırsalında tren yollarının yapılması ve bankaların açılmasına tepki olarak bir kitle hareketi olarak doğdu ve ülkeye hâkim olan iki-partili siyasi yapıya kafa tuttu (Hofstadter, 1955; Lester, 2006). 20. yüzyılın ilk yarısında popülizm ağırlıklı olarak hızlı ekonomik ve kültürel modernleşmeye verilen bir tepki olarak karşımıza çıktı. Bunun en güzel örneği, 1930-1950 yılları arasında gözlemlenen ve “klasik popülizm” olarak kavramsallaştırılan Latin Amerikan popülist tecrübeydi. Arjantin’de Juan Domingo Peron ve Brezilya’da Getulio Vargas gibi karizmatik ve güçlü liderler, demokratik eşitlik ve ekonomik fırsatlar sunarak bu dönemin siyasetine damga vurdular (De La Torre, 2019). 1950’lerden sonra ise popülizm artık yerleşiklik kazanan millet egemenliğinin elite karşı korunmasını ve her türlü siyasi eşitlik taleplerini merkeze alan bir siyaset üretti. Popülizm, milli iradeyi tüm iradelerin üstünde görmekte, kurumsal yapıların milli iradeden bağımsız ve üstünde...